AKIL ETİK YASA

 

 

            Tarih boyunca ahlakın ilkeleri akla ve dolayısı ile yasasya dönüşmüştür. Ama esas olarak  zafer kazananların mağlupların bedenleri üzerindeki  sınırsız tasarruf hakkı; dahası  şölen haline dönüştürülen cezalandırılmalar  merhamet duygısu ile hafifletilmiş, merhamet  daha sonra ahlakın bir yasası olarak ilkeleştirilmiş ve akli kılınmıştır.

 

            Galiplerin mağluplara bir sadakası olarak merhamet erdem işlevine dönüşmüş, temelindeki vahşet ve yoketme duygusu ise unutulmuştur. Tıpkı ilk günahın unutularak erdeme dönüşmesi gibi merhamet de erdem olarak algılanmiştır.

 

            1699 Caroline anayasası, ki hazırlayıcıları arasında Avrupa’nın özgürlük havarisi Locke de vardır-98. maddesi şöyle yazar.

‘Merhamet bizim tüm insanların ruhları için iyilik istememizi şart koştuğuna ve dinimiz kimsenin mülk ve haklarına dokunmayacağına göre, özgür kölelerin istediği kiliseye mensup olmaları da yasal olacaktır.Ancak hiçbir köle bu sayede efendisinin kendisi üzerinde sahip olduğu eğemenlikten, mutlak iktidar ve otoriteden muaf tutulmayacaktır.’

 

            Bir unutkanlık temeli üzerine kurulan mağlupları yeterinden fazla cezalandırmama yani merhamet zamanla akılcı bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bu günde uluslararası hukuğun temel normlarından birine dönüşmüştür.

            Ahlaktan akla oradan yasaya uzanan erdem aslında temelindeki alçaklığın rasyonelleştirilmesidir.

            M.Ö.451-449 yılları arasında Decamvirler tarafından kaleme alınan 12 Levha yasalarına göre alacaklı, alacağı karşılığında boçlunun bedeninden bir parça koparıp alabilirdi. Geriye ne kadar fazla bırakacağı ise Romalı cömertliği olarak sunulmuş; parça koparmak yerine borçlunun köle olarak satılması ise Romalı erdemi olmuştur.

            Boçlulara yapılacak uygulamalar konusunda hayal gücünü ütopyaların sınılarını aşacak şekilde çalıştıran alacaklı bürokrasisi inanılmaz yaratıcı yöntemler bulmuştur: Kazığa oturtma ,atlara parçalatma derisini yüzme ve İlh.

            Giardino Bruno 1601 yılında Romanın çiçek meydanında yakıldığında veya şair Nesimi’nin 1431’de, Tatar memlüklülerince derisi yüzüldüğünde, yahut da Mihne mahkemelerinde Abbasiler tarafından binlerce insan ölüme mahkum edilip; Şair Hüzai’nin ölüsü bir yıl Bağdat’da asılı kaldığında, insanlar yaşamak için neyi yapamayacaklarını anladılar. Buradan da akla ulaştılar.

            Beşir Ağa bir Melemi dervişi idi, boğularak ölüsü fenerden denize atıldı. İkinci gün kırk müridi padişahın kapısına gittiler. Beşir Ağa’nı masum olduğunun ilanını, değilse kendilerininde öldürülmesini istediler. Tabii hepsi boğuldu ve denize atıldı.

            Bu ve bunun gibi örneklerle, toplum yararına verilen sözlerle ilgili olarak insanlar 5-6 yapamayacağı şeyi anımsadı. Bu çeşit bir bellek yardımıyla da sonuçta akla ulaştılar.

            İspanyollar 1511 de Latin Amerika’yı fethetdiklerinde Kasikülerin önderi Hotey’e rahip Hristiyanlığın kutsal yolunu anlatıp vaftiz olmayı önerdiğinde; bunu

reddeden şeflerinin diri diri yakıldığını gören yerlilerin, aynı akibete uğramamak için akılıca davranışın ne olduğu hususunda hiçbir tereddütleri kalmamıştı.

            Zira şef Hotey vaftiz olursa cennete gideceğine söyleyen rahibe, orada İspanyol olup olmadığını sordu. Rahip sadece iyileri var deyince Hotey, ‘Onlardan birine rastlama tehlikesi olan bir yere gitmeyeceğim. Bana artık dininden bahsetme, bırakta öleyim’ diyerek acıklı sonunu hazırladı.

           Yine beyazların bulunduğu bir cennete gitmek istemeyen bir kölenin ölümüne tanık olan yerlilerin akıllanmaması için hiçbir engel kalmamıştır. Çünkü bir insanın cenneti reddetmesi için deli de olması gerekir.

            Bu ve benzeri olayların yerlilerin bilincine kazıdığı tek çağrışım vardı:Yaşamak istiyorsan akıllı ol, Hristiyan ol,vaftiz ol, İspanyol valiye itaat et, siyanürlü madenlerde sessizce çalış.

            Romalı pretorların kızgın demir ocaklarında dağlanan çıplak tenler, Mihne mahkemelerince öldürülenlerin çürüyen etlerinin sinir tellerinden sıyrılana dek asılı bırakılması;

            Kilisenin acımasız vandalizmi ve cennete gitmeyi reddedenlerin şölensel yakılması,

            Dahası sofistike felsefi metinler, sanat, edebiyat ve müziğin hümanizması sayesinde insanlar nereye el uzatamayacaklarını (tıpkı sobadan eli yanan bir çocuğunki gibi) bizzat kendi deneyleriyle öğrendiler- tabii ki iktidar ve otoriteye.

 

            Bunlar da gösterdi ki, akıllı olmak bir alçaklığın ürürnüdür.

 

            Avrupa halklarının tek açıklaması akıllı olmaları nedeni iledir. Bu bahiste yetersiz deneyimli halklar; yani siz engisizyonu kuracak olgunluğa erişmemiş olanlar asla uygar olmaya hak kazanmamışsınızdır. Bu da evrensel insanlık idesi olarak hümanızmanızı engellemiştir.

            Avrupa hakları neden akıllıdır derseniz? Cevabım 17. yy’dan itibaren bu halkların 2300 savaşa sokulmuş olmasıdır derim. Fransızlar bu 2300 savaşın 1300’üne sokulduğu için Avrupa’nın en akıllı halkıdır. Almanya 598, İngiltere 509 savaşa sokulduğu için henüz tam akıllanmış sayılamaz.

 

            Bu hesaba göre Yahuıdilerin en akıllı halk olmaları  pek tabidir.

 

            Roma savaşlarında bir kişiyi öldürmenin maliyeti 75 centti. Napolyon savaşlarında bu 3000 dolara, ABD iç savaşında 5000 dolara, 1. dünya savaşında 21.000 dolara, 2. Dünya Savaşında 50.000 dolara, Vietnam’da 150.000, Irak savaşında 500.000 dolara çıktı.

 

            Roma savaşlarında 75 centten 500.000 dolara yükselen akıllandırmanın maliyeti arttı. Artık TV, gazete, internet...vb. gibi kitle iletişim araçları yoluyla topyekün cinnete sürüklenmeniz ve patolojik şizofren yapılmanız daha ucuz ve karlıdır.

 

            Toplum vicdanını düzenleyen yasalara uymak kaydıyla, artık akla uymanız gerekmez- heyhat! ÖZGÜRSÜNÜZ.  Hayırlı ola.  

            Biri önümüze çikıp ta, akıllı olmak bir alçaklıktır, çünkü sınırsız bir vahşet var dediğini duyduğumuzda, sağduyumuz hemen harekete geçer- ki sağduyu insanoğlunun tarihsel backgroundunu unutmasını sağlar- ve bunu bir delinin hatıra defterinden saçmalıklar olarak algılarız.

            Oysa etrafımıza dikkatli bir göz attığmızda; delilere zaten bir şeyi ifade etmeyeceğine göre AKLIMIZ EN KIYMETLİ HAZİNEMİZDİR  sözü İstanbul Üniversitesi’nin girişine değil de, akıl hastanesinin girişine neden yazılmıştır.

Çünkü bu söz, biz akıllılar için ciddi bir uyarı ve açik bir tehdittir. Neleri yapamayacağınızı unutur iseniz buraya- tımarhaneye; yok eğer neleri yapabileceğinizi hatırlar iseniz hapishaneye kapatılırsıız.

            Bu tür haneleri uyup da reklamların iğvasına bankalar gibi  ikinci rahat-sıcak haneniz sanmayınız.

            Tek erdemli davranış yoktur ki, akla, yasaya ve hümaniteye aykırı olamasın.

Fransız ihtilalinin önderlerinden Sen Just ‘Suç işlemeksizin bir ülke yönetilemez’ der. Bu sözü şöyle söylemeye hak kazanmışızdır- suç işlemeksizin veya aynı şey demek olan akıl ve hümanizmaya uymaksızın bir ülke yönetilemez.

"Sevgili Haydar, aşağıda "Akıl, etik, yasa" adlı makalenin şeması var. Bu şemada üç soru doğuyor. Birincisi, "eli yanan çocuk" benzetmesiyle düşündürdüğün, doğa yasası. Burada Spinoza'nın "Özgürlük zorunluluğun bilincidir." önermesi aklıma geliyor. Ceza olarak gerçekleşen yasa varsa, doğa yasası haydi haydi vardır derim. İkincisi, boyun eğmeme, inkar, isyan vb., mutlak mıdır? Boyun eğilecek durumlar önceden veya eylem sırasında saptanabilir mi? Üçüncüsü, metin boyunca kullandığın "akıl" terimi bana hesabı (ratio, rationality) veya Frankfurt okulunun benimsediği "araçsal akıl" (instrumental reason) terimini çağrıştırıyor. Ne dersin? Bir de şimdilik ikincil bir soru, "yok etme duygusu" duygusu diyorsun. Bunun nasıl oluştuğu konusunda düşüncelerin nelerdir? Dostlukla."

 

Not:    Bu şema Mustafa Cemal tarafından yapılmıştır