Küresel Haçlı Seferleri ve Esir Müslüman Kadınların Feryatları
Mustafa Çelik - Vakit 13.5.2004
Dünyada kapitalist ve komünist cephe çatışmasının sona erdiği bu günümüzde İslâm coğrafyası, yeni bir haçlı seferiyle karşı karşıyadır. Bu haçlı seferi, tarihteki haçlı seferlerine benzemiyor. Çünkü günümüzdeki haçlı seferi bölgesel değil, küreseldir. Bu haçlı seferini başlatan dünyanın kapitalist cephesidir. Dünyanın kapitalist cephesinin öncüleri ve organizatörleri şeytan Amerika, İngiltere ve İsrail’dir.
Dünyanın kapitalist cephesi, rakibi komünist cepheyi kaybettikten sonra onun
yerine İslâm dinini Yeşil düşman olarak ilan etmiştir. Batı Afrika’dan başlayan
ve Afganistan’a kadar uzanan “Büyük Ortadoğu” coğrafyasının kültürel kimliğini
şekillendiren İslâm Dini’nin küresel haçlı seferini başlatan organizatörlerin
yani Amerika, İngiltere ve İsrail’in ifadesiyle Yeşil Düşman’ın zaafa
uğratılması, aynı organizatörler tarafından ortaya atılmış bulunan “Büyük
Ortadoğu Projesi”nin gerçekleşmesi için hayati bir öneme haizdir. Kendisini
“Küresel Haçlı Seferi’nin Komutanı” ilan eden ABD Başkanı George W. Bush,
NATO’nun bütün imkânlarını kullanmaya karar vermiştir.
“Büyük Ortadoğu Tasarısı” ile Şeytan Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgal edip
istilâ etmesi, İslâm âlemine yönelik yeni bir “Küresel Haçlı Seferi’nin
başlatıldığının açık işaretidir. “Büyük Ortadoğu Tasarısı” bir projedir. Bunun
temel hedefleri, “El-Hayat” dergisinde yayınlanmıştır. Bu projenin bir değil,
birden fazla hedefi vardır. Dünya kamuoyuna sunulan hedefi şudur: Anarşi, terör
ve despotizm bataklığı haline gelen Ortadoğu Bölgesi’nde yeni bir siyasi düzenin
kurulmasıdır. Hukuk devletinden, insan haklarından, kadın haklarından ekolojik
dengeye kadar her konuya yer verilmiştir. Küreselleşme ve evrensel hukuk gibi,
mâhiyeti meçhul kavramlar önplana çıkarılmıştır. Temel hedefleri ise dünya
kamuoyundan hep gizlenmiştir.
Altını çizerek diyoruz ki; Şeytan Amerika’nın “Büyük Ortadoğu Tasarısı”ından yola çıkarak Afganistan ve Irak’ı işgal edip istilâ etmesinin temel-gizli hedefi; İslâm topraklarındaki yer altı ve yer üstü kaynaklarını kontrol altına almak, katil İsrail cuntasının güvenliğini sağlamak, buna engel olmaya çalışan bütün resmî ve sivil kurum ve kuruluşları zaafa uğratmak ve direniş ehlinden olan mü’min erkekleri ve kadınları esir alıp işkence etmektir.
Gerek şeytan Amerika ve gerekse hain İngiliz ile melun İsrail devletleri ırz ve
namus düşmanı devletlerdir. İnsanlara işkence etmek bunların karakteri,
namussuzluk ise bunların seciyesidir. Küresel Haçlı seferi başladığından yani
Şeytan Amerika ve yandaşlarının Afganistan ve Irak’a girdikleri günden bu yana
özellikle esir kadınların feryadları yükselmektedir. Milyarlarla ifade edilen
müslümanların yaşadıkları bir dünyada Irak zindanlarında şeytan Amerika conileri
Müslüman kadınlara tecavüz etmektedirler. Bakınız Irak’ta bulunan
Amerikan-Siyonist Ebu Garib Hapishanesi’nden Müslüman bir kadın bütün esir
Müslüman kadınlar adına şöyle feryad ediyor:
“Halkıma, Ramadi’nin, Halidiye’nin ve Felluce’nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara. Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup, sevdiklerinizle bir arada otururken, bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl, kelimelere dökebilirim...
Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken
gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar, benim halkıma ve ülkeme ait.
Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allahım! Benim insanlarım, haysiyetlerini
ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları’na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen
onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.
Amerikalılar, Ebu Garib’te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu
okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi’ndeki vahşiliklere dur demeye
çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi
yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistlerin hapishanelerde
Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat.
Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar.
Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı
kadar çığlıklar atıyoruz, ama kimsenin bizi duyduğu yok!
Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa,
birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi!
Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de
bizleri öldürün!!!
Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin!
Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme
razıyız!
Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize
daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum;
Allah için bizleri, Amerikalıları ve onların piçlerini öldürün!
Allah rızası için! Size yalvarıyoruz... Bacınız Nur. (10 Nisan 2004) “
Bu esir mü’mine kadının feryadına karşı Müslümanlar sessiz, tepkisiz
kalabilirler mi? Müslümanların dini olan İslâm, böyle bir feryada kulaklarını
tıkayıp, vurdumduymaz davranan Müslümanları kendi müntesibi kabul eder mi? Irz
ve namus düşmanı müstekbirlerin zulmüne seyirci kalanları bizzat Allahû Teâla
sorguluyor: “Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda: “Ey Rabbimiz! bizleri bu
halkı zâlim olan memleketten çıkar, tarafından bize (bizi iyi idare edecek) bir
sahip ve bize katından bir kurtarıcı gönder” diye yalvarıp duran mustaz’af/zayıf
ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa
çıkmıyorsunuz?” (Nisa Sûresi/75)
“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğut yolunda
savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın
hilesi zayıftır.” (Nisa Sûresi/76)
Söyleyin, milyarlarla ifade edilen biz Müslümanlara ne oldu? Niçin şeytan
Amerika’nın elindeki esir mü’mine kadınları kurtarmak için harekete geçmiyoruz.
Yoksa sorumlu değil miyiz? Bakınız İslâm âlimleri esir mü’mine kadınlara karşı
sorumluluğumuzu şöyle gündeme getiriyorlar: “Maşrıkta/doğuda esir alınan mü’mine
bir kadını kâfirler henüz kalelerine, koruma yerlerine ulaştırmadan önce
Mağrıptaki/Batı’daki Müslümanlar tarafından kurtarılması ve bütün Müslümanların
mallarını vermeye de mal olsa, fidye verip, o kadının düşmandan alınması
vaciptir!” (Multeka Şerhi Damad/C:1, Sh:306, İst/ H.1248, Bahru’ Raik Şerhu
Kenzu Dekaik/İbn-i Nuceymi Mısrî), Mecmuatu Resail-i Hasan El- Benna)
Nerede bunları yazanlar, gelsinler de bütün Müslümanların kâfirlere nasıl esir
olduklarını görsünler. Irak’ta mü’mine kadınlara Amerikan conileri tecavüz
ederlerken iktidar koltukları uğruna, tuğyan stratejileri hesabına şeytan
Amerika’ya gülücükler salan Müslüman anne ve babaların yıkık ruhlu-köle fikirli
evladlarını görsünler. Hiç kimse bu hususta müstağni davranıp, kendisini temize
çıkarmasın. Ümmet şuuruyla hareket eden Müslüman kardeşim! Derdimizin dermanını
öğrenmek istiyorsan Sultanu’l Enbiyan’nın sözünü anlamak için kulak ver ve biraz
eğil. O diyor ki; “Müslümanların derdiyle dertlenmeden sabahlayan onlardan
değil!” (Keşfu’l Hafa(Acluni)C:2, Sh:227, Beyrut/ 1352)