HASSAN SABBAH VE İLK LAİKLİK ATILIMI

 

 

                                                                       Haydar Yalçınoğlu- Yazar

 

a- Tarih

 

 

17.01.2001  tarihinden başlayarak Zaman Gazetesinde  Hamit Karalı’nın yayımladığı bir yazı dizisinde  Hizbullah olayı tartışıldı. İlk gönderme tabii Taha Akyol’un “Hariciler ve Hizbullah” (1) isimli eserinedir. Akyol bu kitapta Hariciler ile Hizbullah arasında parelellik kurar. Akyol daha da ileri  giderek Hizbullah' ı doğuran nedenlere bakarak, bu hareketi Zapatista, Aydınlık Yol ve PKK ile benzeştirir. Taha Akyol’un aklına gelmeyen bir şey ise Hizbullah’ın Hasan Sabbah bağıntısıdır. Yazara göre Hizbullah benzetilecek ise Hasan Sabbah hareketine benzetilmelidir.

“Hasan sabbah  adamlarına  cennet vaat ediyor  ve kendilerini  bekleyen mutluluğu tatmaları için esrar içiriyordu. Böylece onları her türlü emrini yerine getirmeye  hazır hale getiriyordu. Nizari-İsmaililer' in gayesi dini olmaktan çok siyasi idi ve kendi görüşlerini  benimsemeyenleri  saf dışı etmeyi  hedefliyorlardı. Bu görünüm, Harici ve Hizbullah’ın prototipi gibidir. Sabbahçılar, bu gayelerine ulaşmak için birçok din ve devlet adamını ortadan kaldırdılar. Selçuklu Devleti’nin önemli merkezlerini yoğun bir propaganda faaliyeti altında tutan Batıniler, hergün  5-10 Müslüman’ı da katlediyorlardı.....

 

Hasan Sabbah’ın adamları hiç çekinmeden cinayet işliyor; halk ise büyük bir korku içinde yaşıyordu. Hasan Sabbah aynı acımasız hükümleri ailesine  karşı da uyguluyordu. Fedailerine esrar  içirerek katliama gönderen  Sabbah, biri cinayet biri içki içmekle suçlanan iki oğlunu idam ettirmekten bile kaçınmadı”(2)

 

Yukarıdaki değerlendirme yazı dizisinden alınma. Ama  yeni değil. Sabbah ile ilgili Ortodoks tüm islami  metinler tarih boyunca aynı içeriktedir. İslam Ansiklopedisi’nde ise Hasan Sabbah isminden hiç bahsetmez. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan İmam Gazali’nin “ Batıniliğin İç Yüzü” isimli eserde  Sabbah’ın da içinde olduğu batıni harekatleri aynı şekilde suçlar. “ Bu iş Mecusi ve Mazdekilerden  bir topluluk ile dinsiz düalistlerden bir grup ve eski dinsiz  filozoflardan  kalabalık bir taifenin.......yaratıcıyı inkar etmek, peygamberleri yalanlamak,  haşr ve neşri” inkar etmek “peygamberleri şahsiyeti karışık kişiler olarak göstermek” için tertiplenmiştir. (3)

 

Ünlü mütekellim ve tasavvufçu  ve bugünkü selefi akımın da önder kabul ettiği İbn Teymiye’den (öl:1327) büyük Şii hâkimi (hâkim Şii litaratüründe bilge demek) Nasıreddin el Tusi ( öl yak. 1260) ye, çağdaş  araştırmacılardan  Ethem ruhi Fıglalı’dan  philip K. Hitti’ye kadar bir seri düşünür ve araştırmacı aynı şekilde suçladılar: bunlar ana bacı tanımadan her şeyin mülkiyetini ortak kılmak istiyor; şeriati ve peygamberin sünnetini iptal etmek istiyor; materyalist, dinsiz ve Mazdeki özellikler taşıyorlar. ( Hemen belirtelim ki, tarihte tüm  mülkiyet karşıtı hareketlere yöneltilen ilk suçlama hep şu olmuştur:” kadınları ortak kullanmak isteyen orjiciler”) .

 

Batı tarihinde de Hasan Sabbah Marco Polo’nun  yazıları sayesinde afyon kullanarak alem yapıp, cinayet işleyen katiller serisi olarak algılandı. Polo’nun bu bölgeleri hiç görmediği sonradan anlaşıldı. Haçlı ordusuna katılan askerlerin hayali anlatımları de bu kanıda etkili olmuştu. Zira Alamut militanları Haçlı ordularaına da amansız süikastlar düzenlemişlerdi. Bu şöyle algılandı; bu kadar gözü kara eylem yapma cüretinde bulunan  kimse ancak ve ancak afyonlanmıştır. Atlanılan tek şey inançtı. Zira ele geçirilen bir Alamut militanı da olmadı. Yakalanan  kimse önce hençeri muatabına, sonra da kendi böğrüne saplardı.

 

Bu karalamaların  ünlü araştımacı  W. İvanow ve  Karaçi  İsmaili Cemiyeti’nin son yıllardaki araştırmaları  ile  Henry Corbin’in 30 yıllık çalışmaları sonucunda  asılsız uydurmalar olduğu yavaş yavaş aydınlandı. Faik Bulut “ Hasan Sabbah Gerçeği” isimli eserinde son araştırmaları  serinkanlılıkla aktarmıştır. (4)

 

b- Meta- tarih

 

İslam tarihindeki büyük bölünmeler biliniyor. Ehli- Sünnet, Ehli- Beyt ve Hariciler. Hariciler emevileri fiziki temizliği sonucunda tarih sahnesinden silindiler( sonradan Kuzey Afrikada 3 ayrı devlet kurdukar, ama bu yaşamalarına yetmedi). Bu temizlik harekatı tarihin en büyük kitle katliamlarından birini oluşturur. Sadece Haccac’ın  400.000’e yakın kimseyi itlaf ettiği bilinir. Geriye Ehli- Beyt ve Ehli Sünnet kaldı. Ehli- Sünnet 873 yılınde Hasan el Eşari’nin  Mutezile akımına karşı camide ilan etiiği bir manifesto ile Eşari akım kelam ekolünü oluşturarak muazzam bir sisteme kavuştu.  250’ye akın mezhep doğmasına rağmen buğün 4 büyük sünni mezhep kabul edilir. ( Bu yargı ise sadece Türkiyeli müelliflere aittir.)

 

 

İmamet, mead, hüccet, risalet, akli ve nakli deliller, islamın kaynakları( icma  ve kıyasın reddi), bugünkü felsefenin de yakından ilgilendiği  free will and determinizn ( determinizm ve  özgür iradecilik)  yani hür irade ve kader gibi derin- derin çünkü İslam coğrafyasının tüm kaderini belirlemiştir- teolojik, teosüfik ve felsefi tartışmalarla iki akım birbirinden ayrıldı. Deyim yerinde ise piştide ası  sona sklama alışkanlığı dışında ortak pek bir yön kalmamıştı. Muaviye ve Yezit’in 70 yıl boyunca Hz. Ali’ye her Cuma tüm  camilerde düzenli lanet okutması sonucu Ehli- beyt ( Aleviler) camileri de terk etti.

 

Aleviler kendi İmamlarına bağlı olak kalıp, Emevi ve Abbasi hilafetini tanımadılar. 6. imam olan ve ünlü “Buyruk” un yazarı (alevilerin en önemli başvuru kitabı olan bu eserin Şah İsmail tarafından yazılıp, imam Cafer’e atfedildiği de söylenir) İmam Cafer-i Sadık’ın (öl. 765) yerine aday olan oğlu İsmail bir iç darbe olması lazım gelen süreçte ansızın öldü ( zehirlenerek öldürüldüğü sanılıyor- Hz. Muhammet’in tüm soyu hemen hemeh zehirlenerek öldürülmüştür) . Yerine 7. İmam oalarak İmam Musa-yı Kazım geçti.

 

Bir kısım Aleviler 7. imam olarak İsmaili kabul ettiklerini beyan ettiler ve imamet ilk defa bölündü. Böylece İmametin Masa-yı Kazım ile devem eden kolu esna-i eşariyye ( bugünkü İran Şiiliği olan 12 imam Aleviliğini oluşturdu), diğer  kol ise İsmailiye olarak sürdü ( bugünkü Anadolu Aleviliği de dahil birçok coğrafyada etnik olarak dağınıktır.)

 

İsmailiye hareketi  daha eşitlikçi bir dervişan hareketi olarak, İslam coğrafyasında birçok ayaklanma ve başkaldırıya ya katıdı ya örgütledi.

 

c- Reel – tarih. Hasan sabbah’a gelene kadar Neler Oldu.

 

Yaygın olan  bir anlayış var. Müslümanlar isyankar değildir ve hep baş eğeler. Bu yanlıştır. Tarihin en fazla isyan ve başkaldıran coğrafyalarından biri burasıdır. Bizim konumuz dışında  kaldığından burada en önemli olan ve Hasan sabbah hareketi ile bağıntılı olan bir kısmından bahsedeceğiz.

 

Yıl 868 Bağdat’ta ve Basra’da büyük plantasyonlarda  çalıştırılan köleler ayaklanır ve hilafeti derinden sarsar. Bu  zenc ayaklanmasıdır ve zorla bastırılır. BAZI MERKEZLERİ ELE GEÇİREN Zenc isyanı 15 yıl sürecektir. Hemen arkasından İhvan ül Safa risaleleri yazılır. Günümüze dek uzanan ve kollektif olarak yazılan  bu risaleleler derin felsefi içeriğinin yanı sıra, bir nevi anayasadır. Karmatiler bu risaleler pratiğinde   899 yılında Basra Körfezini ele geçirir. Daha  sonra Mekkeye dek yayılan isyan  “islam Komüncüleri” olarak da adlandırılan kollektif bir yaşayış tarzını imler.  150 yıl Abbasilerin bağrında kollektif bir yaşam sürdüren Karmati hareketi derin izler bırakmıştır.

 

990 yılında yine İsmaili akımın bir devamı olarak Mısır’da Fatimiler devleti kurulur. Fatimi Devleti de çok geçmeden iç bölünmeler ve iktidar kavgalarına karışır. Halife el Muntasır 1094 yılında  ölmeden önce yerine oğlu Nizar’ı halife tayin eder. Fakat vezir ve saray bürokrasisinin bir operasyonu ile Nizar tahttan indirilip, yerine kardeşi Must’ali Billah geçirilir. Nizar karşı çıkar, ayaklanır. Sonunda yakalanıp, öldürülür.

 

Nizari ismailiye taraftarları, bundan böyle Nizariler olarak adlandırılacaktır. Nizari akım kendi daileri ( propogandıcı denilebiir) aracılığı ile tüm Basra, Anadolu, Horasan coğrafyasına yayılırlar (5). İşte ilk haşhaş iddiası 1122 yılında Fatimilerin bir bildirisinde yer alır. Fatimiler, Nizarileri haşhaş alemi yapmakla suçlarlar. ( İngilizcede assasinate birine suikast düzenlemek anlamına gelir. Assasin, haşhaştan türetilmiştir. Haşhaş içip suikast düzenledikleri için haşhaşin denilen Alamaut fedailerine  atfen assasin şeklinde İngilizceye geçmiştir.)

 

Hasan Sabbah işte İsmaili harekatın Nizari koluna bağlı olan bir daidir. Efsane kendi  kendisini üretir. Nedenle çok muhtelif olaylar anlatılır. Hayat hikayesi karışıkır, fakat  kesin olan  Hazar Denizinin güneyinde bulunan ve Taberistan’ın Elburz dağ silsilesi üzerinde 3000 rakımlı Alamut Kalesini 1090 yılında ele geçirerek, aynı adlı efsanenin yaratıcısı olmasıdır. Sabbah kaleyi iyi bir örgütlemeden sonra tek başına teslim almıştır.

 

Harekat genişleyerek zamanla kimi fetih, kimi para ile 50 ye yakın kaleye sahip olmuştur. Bölge Selçuklu eğemenliğinde olduğu için, onlarla sürekli çatışma içinde oldu Alamut. 1092  yılında selçuklu Sultanı Melikşah Alamut üzerine yürüdü. Kale kuşatıldı, ama alınamadı. Bir karşı huruç hareketi ile Selçuklu Ordusu geri çekildi, ve fakat  16 ekim 1092 günü  Ebu Tahir Arrani işimli bir fedai ünlü vezir Nizam-ı Mülkü biçaklayarak öldürdü. Rivayet, benzer bir hençerin de Melikşah’ın yatağının altına konularak  göz dağı verildiğidir. Sonra, Nizari kurtarılmış bölgeleri inşa edilmeye başlandı. Buralara  cezire adı verilirdi.

 

Sabbah taraftarları bir çok siyasi cinayete imza attılar. Fakat bunlar  çok özel seçilmiş ve belirli amaçlar taşıyan cinayetlerdi. Tabii ki, siyasi mücedelelerinin bir parçası idi. Bu bakımdan onları salt cani, öldürmekten zevk alan sadist ruhlu insanlar olarak görmek yersizdir.( Aynı yönde parelellik Hizbullah ile  kurulmaya devam ediyor). B. Lewis bu tür öldürmeler için şunları yazar “ Adam öldürme insanlık tarihi kadar eskidir....Bu cinayetler, Batıda olduğu gibi  Doğuda da mutlakiyetçi kralık ve imparatorluklarda caridir.

            Bazan adam öldürme bir görev gibi kabul edilmiş; bu takdire fikri delillerle gerekçe gösterilmiştir. Kurban bir despot veya zalimdir. Onun ortadan kaldırılması bir cinayet değil aksine güzel bir harekettir. Bu ideolojik haklılık siyasi veya  dini  ifadelerle ifade edilir” (6) Oysa İslami refaranslı ortodoks tarih yazımının hemen hemen tümü, hilafete karşı her cerayanı  canilik ile suçlar. (7)

 

Laiklik Atılımı:

 

 

Alamut kalesi savaşçı niteliğinin yanı sıra devrin en büyük kütüphanelerinden birini de içeriyordu. Ne yazık ki, bu kütüphane Moğol istilası sırasında Hülagi han tarafından yaktılmış ve ismaili eserlerin çoğu günümüze ulaşmamıştır. Bu bakımdan fikri gelişmelerin çoğundan yoksunuz ve ancak onları eleştiren kaynaklardan öğreniyoruz. ( Ömer Hayyam’ın ünlü Rubaileri’nin yakılan kitaplar arasından son anda kurtarıldığı söylenir. Zira dünya tarihi yazarı el Cüveyni’nin ricası ile  çpk az bir kısmı dışında tüm eserler yakılır ve Rubailer son anda kurtarılır.)

 

12. asrın ortalarına  doğru Anadolu, Mezepotamya ve Horasan coğrafyasında hazan yelleri esmekteydi. Adaletsizlik ve gelir eşitsizliği had safhada, sürekli iç çatışmalar, toplu kıyım, tehcir, sürgün, ateş ve kılıç gölgesinde kan ve gözyaşı hakimdi. Sıradan bir aile yıllık 30 dinarı bulamazken saraylarda  ikbal cariyelerine 300.000 dinarlık mücevherler takılr idi.

 

Yaşar Nuri’nin Abbasi tanımlaması aynen geçerliydi “ Halife Muktedirin sarayında binlerce  cariye, taze oğlan, hizmetçi dolaşıyor...öte yandan  halkın ziraatçi ve esnaf takımı açlıktan kıvranıyor; tefecilerin, vurguncuların, rüşver bezirganlarının elinde inliyordu” (8)

 

Bu ortama Alamut’tan  daha radikal bircevap geldi. Tarih  17 Ramazan(8 Ağustos)  1164 tü. Alamut Hodâvendi ( üstat anlamına gelir) II. Hasan her tarafa haber göndererek müritlerini Alamutta topladı  ve onlara “ Kıyamet-ul-Kıyamet” bildirisini okudu. Buğüne kadar erişen bu belge Kıyamet Manifestosu olarak anılır ve Hasan  artık şeriatın iptal edildiğini açıkladı. Madem bu kadar eşitsizlik, adaletsizlik, açlık ve sefalet vardı, kıyamet bundan daha kötü olamazdı. İşte bu kıyamet alameti ve ortamıdır. Kıyamatte tüm dini emirler hükümsüz kalacağından ve orada herkes Tanrı’nın huzurunda kendi vicdanı ile baş başa kalıp, sağ gözün sola faydası olmayacağına göre;  peygamberlerin dahi ancak kendine faydası bulanacağına göre, artık siz de bugünden itibaren Tanrı ile kendi vicdanınız arasında baş başasınız. Şeriatı uygulamayın ve size bir hüküm işletilmesin. “ Bu ilanın içeriği, saf manevi bir İslamın, her türlü kural koyucu, müteşerri ruhlardan ari, her türlü kural köleliğinden azade, manevi bir doğuş demek olan şahsi bir din anlayışının  başladığını  ve bu hareket ile ilhahi vahylerin manevi anlamlarının  keşf ve ihya edildiğini  ilan etmekte idi” (9)

 

Manifesto Hz. Ali’nin ölüm yıldönümüne denk getirilmiş idi ve II. Hasan okuduğu bildirinin  kendisine  Gaip İmam’ın ( 12. İmam Memdi olup, Gaybet-i Kübra’dan sonra insanlığa kurtuluşlarını müjdeleyeceğine inanılır. Bir hadise göre Hz. Muhammet kendi “soyundan birinin Gayb’a çekilip  bir gün yer yüzüne dönerek insanlığa eşitlik ve adaleti getireceğini” söyler. İçlerinden biri “eşitliği nasıl sağlayacağını” sorunca. “ tüm malları eşit olarak dağıtarak” der. Bu bakımdan mesajın Gaip İmam’dan gelmesi önemlidir. İtirazsız kabul görmesini sağlar) mesajı olarak geldiğini belirtti.  Olay  günü bir mimber hazırlatır, dört tarafına beyaz, kızıl, sarı ve yeşil bayraklar astırır. Herkes yerini almışken kendisi beyaz ( kefeni çağrıştırır) bir kaftan ile mimbere gelerek ünlü manifestoyu  okur.

 

 

Avrupa’da yıllar sonra ancak Fransız ihtilalai ile gündeme gelen sekülerleşme ve laiklik girişimi İslam coğrafyasında yüzyıllar öncesinde başlamış olmasına rağmen, dünyanın yeni efendileri olmakla Avrupa- merkezli tarih yazımının her şeyi kendinden menkul egosentrizmine  kurban olmuştur.

 

 

Dipnotlar:

 

1- Akyol, Taha: “Hariciler ve Hizbullah: İslam Tarihinde Terörün Kökleri” Doğan, İst, 2000

2- Karalı, Hamit: “ Zaman Gazetesi” a.g. s

3- İmam Gazali: “ Batiniliğin İçyüzü”  TDV, sh: 10

4- Bulut, Faik : “ Hasan Sabbah Gerçeği”  Berfin, İst, 2000

5- Bulut, Faik : a.g.e. sh:198 ve devamı

6- Lewis, Bernard: “ Haşişiler”, Sebil yay, sh: 107, 1995, İst

7- Hitti, P.K : “ İslam Tarihi C:1”  Sh: 691 ve devamıma bkz. İFAV yay.

8- Öztürk Y. N. : “Hallac-ı Mansur ve Eseri” sh:23, Yeni Boyut Yay. 1997, İst

9- Corbin, Henry: “İslam felsefesi Tarihi” sh:188, İletişim, İst, 1994