21. Yüzyıl Egemenlik Biçimleri Üzerine Eskizler.

 

 

                                                      “sadece  temsil edildiği ve idealleştirildiği vakit benlik,

                                                      Gerçek değildir. Yerine kendisini temsil eden şey geç-

                                                      tiğinde ise, artık yoktur”  Hegel

 

 

1- Görüntü – Gösteri.

 

 

“Her gün görünen karışık bir rüya

Rüyalar içinde görünen bir rüya

Biz her şeyi olmuş gibi seyrederiz

Rüyalar içinde görünürken dünya”

 

A.Hasef Çelebi ’nin bu şiiri günümüzde herhalde;

 

“Her gün görünen karışık bir görüntü

Görüntüler içinde görünen dünya

Biz her şeyi olmuş gibi seyrederiz

Görüntüler içinde görünürken dünya”

 

diye yazardı.

 

Gay Debord’un çağımızın menifestosu sayılan ”Gösteri Toplumu” isimli kitabındaki fikir şudur; çağdaş-kapitalizm sermayenin birike birike görüntüye ve gösteriye dönüşmüş halidir.

 

Klasik sanayi üretimi tekrarına gerek olmayacak biçimde meta denilen ve ihtiyaçları karşılayan nesneler üretirdi. Bunlar somut, elle tutulur , gözle görülür bayağı bildiğimiz şeylerdir. Sonra bunları dolaşım sürecinde ticaret mevkiine koyardı.  Her türlü eleştirilere rağmen bu , saygın, yaratıcı, nitelikli ve nerdeyse hidayete ermiş bir formdur.

 

Çağdaş olanı ise görüntü araçlarının ( TV, CD,  DVD, kara öke gösterimler..vb İnternet, show , sinema endüstrisi, dev müzik gösterileri) baskın egemenliğini sağladı. Burada nesneler değil tek tek erkek ve dişilerin ruhları ve bedenleri her gün birdiğerine pazarlanarak para kazanılır oldu. Bedenlerin meze olarak kullanıldığı ve gecenin herhangi bir zamanında karşı cinsle cinsel tevazüde bulunmak üzre oturdumuz her barda olan budur.

 

Burada üretim için bir hammade, sabit sermaye gideri, işçilik ücreti..vb. yoktur. Üretim aynı zamanda tüketimin bizzat kendisi , sermaye de somatik gösterinin kendisidir.

 

Batı vizyona(görme) dayanır, doğu ise duymaya. Bu nedenle tanrı Hz. İsa’ya görünmüş, Hz. Muhammed’e ise konuşmuştur. Ayetler O’na okundu. Vizyon aynı zamanda fizik temeli olan şeyler üretmeye yöneltti batıyı. Doğu ise ruh temelli kaldı.

Vizyon’un egemenliği batıda her şeyin görülebildiği bir sanayi egemenliği ile noktalanırken, süreç bizim gibi tamamen hibridleştirilmiş ülkelerden başlayarak vizyonun egemenliğine doğru ilerledi. Nenelerinizin anlattığı o hikayeler kulaklarınızda bir nostalji diyorsanız, siz artık iflah olmaz, işbirlikçi bir muhafazakardan başkası değilsiniz.

 

 

Peki bu gösteriye kimler katılmaktadır: “canı sıkılan” herkes. Bir Amerikan punk grubunun gösteri afişi şöyledir: “can sıkıntısı en karşı devrimci olan şeydir”.

 

Evet kimler sorusu tam olarak cevaplanmış sayılmaz. Kimler katılmaktadır; halen ashab-ı kesf  uzletine sığınan ve içkiden uzak duran, islami refaransla hareket edenler mi? , yine aynı değerlere bağlı ve kendi asrı saadetini geçmişte arayan ve “tekvin” e inanan sağcılar mı? , mecali  tükenmiş ve ailece çalışıp bir kurban parası dahi biriktiremediği için Tanrı’ya mahçup duran fiziki açlığa  mahkum işçiler mi? Kim?

 

Cevap belli değil mi? Oniki eylül öncesi mürekkep yaladığı için, orta ve üst orta sınıf konumuna erişmiş, “biz yapamadık bari çocuklarımız yapsın” diyen “ilerici, yurtsever, demokrat” ailelerin çocukları. Yani anti- kapitalizm konusunda ahkam kesip, ilmühal vaz edenler “yaşamın” bizzat kendisini kozmetik ve marketing hale getirenlerdir.”

Ama nesnel tarih insanların, sınıfların, grupların, katmanların ne kendileri hakkındaki yargılarına ne de başkalarının onlar hakkındaki yargılarına göre değil, onların eylemlerine ve bu eylemlerinin yol açtığı sonuçlara bakarak değerlendirme yapar.

 

Ne yapalım öyleyse, ne ah edelim ne de ağlayalım. Ne dünü bugüne ne de bugünü yarına bağlayalım. Balığı turpsuz yemeyelim.

 

Her küçük burjuva isyanı üretim ilişkilerini değil de, tüketim ilişkilerini kökten tasfiye eder; bu 21. yy. da sizden istenilen ve beklenilen tek şeydir.

 

“Bir gösteri olarak kapitalizm , bedensel arzuları doyurduktan sonra ruhun arzularına yönelmişti. Tek tek erkek ve kadınlara yönelmiş, onların duyguları ile yaşantılarına el koymuş....bu fenomenleri nesnel ve kolayca çoğaltılabilir metalara dönüştürmüş, onları fiyatlandırıp piyasaya sürmüş  ve tekrar bu duygu ve yaşantıların asıl sahiplerine .....satmıştır” ( G. Marcus, Ruj Lekesi, sh. 119)

 

 

2-  Haysiyet ve Zillet, Acizlik ve Zavallılık       

 

Kuran-ı Kerim el isra süresi 79. ayetinde “biz insanoğlunu şerefli kıldık” der. Şerefin korunması haysiyet ve zillet ile ilintilidir.

Euripides Hippolytos isimli eserini iki defa yazar. Birincisinde Phaidra övey oğluna aşık olur. Bu yasaya aykırı günahkar bir tutumdur. Yasanın ve utanç uyandıran duyguların incinmesine karşı koyarak aşkını ifşa eder.

Gösterilen tepkiler üzerine Euripides piyesi ikinci defa yazar. Bu defa Phaidra üvey oluna yine aşıktır . Fakat  kendisini öldüren aşkın şiddetine rağmen iffetini koruyarak olayı açığa vurmaz.

 

Oyunun birirnci versiyonu trajedi, ikinci versiyonu bir dramdır. Trajediler genellikle ilahi dünya ile bu dünyanın kesiştiği noktalarda açığa çıkar . Bu dünyanın egemen yasalarını tanımaz. Onları bağlayan hikmet-i ilahiyyenin yasalarıdır , zira erdemli tek bir davranış yoktur ki yasaya aykırı olmasın.

 

Oyunun birirnci versiyonunda Phaidra haysiyetini korumuş, ikinci versiyonunda şerfini kormak için haysiyetini  feda etmiştir.

Anlaşılacağı üzre, haysiyet şeref ve onurlu davranışın izhar edilmiş, dışa vurulmuş halidir. Ve haysiyetin korunması trajediktir.

İslam coğrafyasında tek trajedi Kerbela hadisesidir. Sadece ve sadece orada Hz. Hüseyin salt Yezid’in biat senedini imzalamayı reddettiği için Ubeydillah oğlu Ziyat komutasındaki ordu tarafından öldürülür.

 

700 kişilik silahlı güç karşısında tek kalıp, biat çağrısı yapan Ziyat’a cevabı açıktır.

 

“ilahi yardım kılıcıyla, dünya ile her türlü ilişkimi kestim ben

Tahta, taca ilgi duyup ta kimseye boyun eğip yalvarmam

Dileğim manevi alemi fethetmektir”

 

 

Evet “ mihnet ile ele geçirilip, zillet ile bırakılan

Bu geçici alemin saltanatı için uğraşmaya, didinmeye değmez”

 

Bu nedenle “can verip

Kam almak lazım dünyadan” der.

 

Kam hem zevk hem intikam anlamına gelir.

 

Hz. Hüseyin ve yanındakiler 70 kişidir. Hepsi öldürülür ve en son da  kendisi.

 

Yeri gelmişken bir de Josespus’u anlatalım.

Josespus ise Roma’ya karsi Galilee savunan bir komutandır. Kahramanca çarpışır. 47 gün sonra kent kuşatılır. Adamları onun bir sözü ile ölüme gözünü kırpmadan ölüme gider. O, en son 40 adamıyla bir mağaraya sığınır. Adamları savaşmak ister . O reddeder. Sonuçta varılan karar; ilk kurayı çekenin ikinci çekeni öldürmesidir. Adil bir kura olur.  Tüm adamları ölür.  Yanlız kalınca teslim olur ve gereksiz bir zavallı olarak Roma’da yaşar ve ölür. Bir acıyanı bile çıkmaz.

 

Josespus ve 40 adamının mağaraya sığınması acziyetlerini gösterir. Ama Joseespus’un Hüseyin’in tersine teslim olması zavallığını açığa vurur. Zavallılık  acziyetin izhar edilmesi, faş edilmesidir.

 

Bütün bunlar anlayan herkesi bir biçimde bağlar, ama benim demem; eskiden insanlar aciz içinde olurdu ama bunu asla dışa vurmazlardı. Evde soğan ekmek yeyip, dışarıda beyefendi gibi gezerlerdi. Cilalı bastonu, 30 yıllık ama ütülü elbisesi ve kolalı gömleği ile gördüğümüz emekliler bunlardı.

Şimdi TV ekranlarında – beni eniştem gece iğfal etmeye kalktı..vb cinsinden- görülen ağlak ve abalak kadın ve erkekler, artık zavallılıklarını ilan ederek en fazla reytingi almaktadırlar.

 

Bu içinde yaşadığımız toplumun aciz içinde olmak bir yana “zavallılığı”nı göstermektedir. Artık ok yaydan çıkmış ve toplumsal dokumuz tamamen parçalanmış, göğüs kafesi parçalanmıştır. Bunun karşısında söylenilecek tek şey vardır “pes”!!!

 

Haysiyetin, şerefin korunmasından geçtik, acziyetini dahi korumayan bir toplum, egemenleri tarafından yönetilmeyi bile hak etmemektedir.

Bu programlar yüksek yoğunluklu ve çok bilinçli bir planlamanın sonucudur. İşte 21. yüzyılda size egemen olanlar şöyle demektedir: o kadar aşağılık durumdasınız ki, sizin için acımaya değmez. Sizin gibisini yönetmek benim onurumu kırar. Size karşı tek bir merhamet duygusu bile taşımam gerekmez (çünkü merhamet galiplerin mağluplara sadakasıdır. Sana zerresi yok).

Aciz içinde olana yardım edilir ama bir zavallıya asla. Senin için artık merkezi hazineden eğitim, sağlık için zırnık bile ayırmayacağım gibi, sana karşı bir nebze bile adalet duygusu taşınması kendi değerlerime ihanet olur . Beni o kadar salak yerine de koyamazsın. Sen bir çöpsün ve günü geldiğinde evinin önüne yanaşacak çöp kamyonlarını beklemekten başka yapacağın bir şey yoktur. 1. moderneşleşme atılımında İstanbulun köpeklerinin başına marmara adalarında gelenden veya Viktorya çağında cüzzamlılar ve dilencilerin başına gelenden daha elim şeylerin başına gelmesini bekle. Bunları hakettin ve bunu şerefsizliğinle dünya aleme açıkça ilan ettin.

 

Oysa,  Kuran-ı Kerim el isra süresi 79 ayetinde “biz insanoğlunu şerefli kıldık” der . Hani bundan sende nerede?

 

S. Sontag’ın “Fotograf Sanatı” isismli kitabında, “bizim için gösterim nesnesi olan her şey, onlar için gözetim nesnesidir” der.

Nedenle, içinde bulunduğumuz yüzyılda egemenler tarafından yönetilmeyi hak etmek (yani gerçek durumunuzun görünmemesi için) için söyleyeceğim tek şey; televizyonlarınızı kapatınız.

Eskiden bari TV seyretmeyi “gavur icadı” diye seyretmeyen tarikatlar vardı. Şimdi hepsi melezleşerek TV sahibi olduktan sonra – destur!

 

 

 

3- Rölatifleşmiş birey

 

 

Akıl,, hakikat, özgtürlük, öznellik, estetik, etik, haz, oyun, düş, mekan, simge, fantazi, temsil, birey, kimlik, kültür, libido, süper ego, ulus, devlet, ülke, ampirizm, deneycilik, nominalizm, ontoloji, fonomenolojji, işlevcilik, yapısalcılık, semioloji, ve. ilh.

Hukuk devleti, adalet,insan hakları, cumhuriyet, demokrasi, ve daha nice yüce idealler.

Bize miras kalan ve sürekli maruz kaldığımız kavramlardan bazıları. Hangisini seçeceğiz ve seçmekle bu dünyaya karşı konumumuz-tavrımız nasıl saptanacak.

Burada temel sorun, sınırsız sayıdaki seçenekleri yaratan , seçenin kendisi değilse zaten nasıl bir özgürlüğün sözkonusu olabileceğidir.

Ayrıca bir karakolda polis sizi yakanızdan tutup çıplak bedeninizi salladığında veya kilisede papaz tüm benliğinizi bir çırpıda sarstığında bunca yüksek ideallerinizin ve kendiniz için özenle seçtiğiniz kavramların ne önemi olabilir. Ne önemi olabilir sözcüklerin bilincinin.

Yahut da, tüm önemli düşüncelerinizi büyük bir hayran kitlesine anlattığınız bir seminerden eve dönüşte, eşinizin kapanmış bakkaldan alınmayan çay için sizi bir marmelat gibi haşladığında bu düşünceleriniz sizi ne duruma düşürebilir.

Veya, mannesmain marka bir kepçenin elli santim sağa kayması sonucu, ayağının altından kayan toprakla birlikte parçalanan bedenini nakliye kamyonunun içindeki mucurlarla bir gören işçinin, tüm izbe evlerde , soğuk nemli gecelerde yoldaşlarına anlattığı o sınıf bilinci ve emek sömürüsünün ne anlamı olabilir.

Ve yahut da ,kafanızda 25 yıl boyunca kendi varoluşunuz adına kurduğunuz integral hesabı ile felsefi metinlerin, yanınızdan geçen bir treyler rüzgarıyla devrilen nazik bedeninize ne faydası olabilir.

Bağdat'da bir hawk füzesinin her an tenine yalınkılıç galebe çalacağı anne kucağındaki çocuğa, bereketli memelerin ne faydası olabilir. Ne yararı olabilir anne sütünün protein değeri üzerine yazılan anatomi kitaplarının; top sakallı, pipolu tıp bilginlerinin.

Aksam namazında iki guluvallah bir ehram ile sığınılan ilahi adalet; izci takımının


trampet parası isteyen çocuğu ne derecede teskin edebilir.

 

İşte modernite budur. İçinde yaşadığımız ve tüm yaşam bilincimizi oluşturan kavramları borçlu olduğumuz kutsanan çağ. Bütün bunlar kendi kıllı kolları ve bacakları üzerinde yaşamak istemekten başka, sadece doğmuş olduğu için bu canı bu tende korumaktan başka çaresi olmayan insanın seçtiği değil, zorunlu olarak maruz kaldığı bir durumdur. Zira trampet çalmaktadır ve çocuğunuz vardır.

Birahanede ömründe bir defa, bir defa duygulanıp kavga çıkaran John'un sicil kaydına düşülen nottan dolayı ömür boyu işsiz kaldığı kredilerinin kesildiği, çocuklarının kolej kaydının silindiği dünyada, insanı önemseyen ve ömrünü uzatan protezlerin ve organ nakillerinin ne anlamı olabilir.

Ceza hukuğu profesörlerinin raporları ve güvencesi bulunan yargıçlarca uygulanan yasaların saygınlığı karşısında sizi mahkum eden vahşi bir açlık duygusu ile estetize ettiğiniz yalın gerçeklik metninin ne önemi olabilir.

Modernite işte bu: Yaygın korkuyla eklemlenmiş insan hayatının fazla önemsenmesi. İşsizlik korkusuyla onuru şefi tarafından onlarca kez ayaklar altına alınanın, onuru bir kez defa rencide edildiğinde bile ölmek ya da öldürmek amacıyla palasına çeken bedevi Ebul Abdullah'tan fazla önemsenen yaşamının neresi önemlidir.

Modernizmin temel sonuçlanndan biri insanın rotatifleşmesidir; uzun yaşayan ama, soyut, yalın, güçsüz, çaresiz,, ve başeğmiş bir insan olarak.

İsmet Özel 'in aşağıdaki dizeleri sorunun izahi gibidir:

" Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi,

Hadim tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer,

evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza

verem ölmek üretimi düşürür ibaresini çizer"

Bugün birey tam anlamı ile dünyaya yalnız başına "atılmışlık" durumunu yaşamaktadır ve diğer taraftan yüce idealler her gün yeniden üretilmektedir.

Bu şerait içinde sorunun doğru konulması neyi açımlar.

SORUN ALABİLDİĞİNE YANLIŞ KONULMALIDIR. Çünkü insanın bugünkü vardığı nokta hiçlik ile izah edilebilir. Oysa hiçlikten varoluşa uzanan bir çizgi de vardır.

 

 

4-        özneye veda

 

 

Günümüzdeki haliyle ortaya çıkan insan profili, gündüz ördüklerini gece söken penalop’u çağrıştırmaktadır. Modern penelop, gün boyu benliğini tatmin edecek uğraşlardan sonra dağılmış kimliğini toparlamaya çalışan bir arayışın izleyicisidir.

Evet, o sadece bir izleyicidir. Zira kimlikler de artık kozmetik ve marketing'dir.

Herhangi bir omurgası, merkezi, çekirdeği ve kalbi; bir üslubu erkânı, yolu olmayan bu faydasız arayış, bizleri sadece sonunda posa olarak çıkacağımız turnikelerden birinin içine itmektedir.

Konserve edilmiş sentetik sorunlar arasında sürekli rezerve travmalarla yürüyen kişiliğin örgütlenmesi, her seferinde derin bir içtepi ve yarılma ile sonuçlanır. Olan, hadım bir kabızlık içinde yürüyen spastik parodidir.

Öznenin bu kendine vedası, ütopyaların bittiğini ve tarihin kapandığını simgeleyen vedadır.

Ve geriye kalan tek şey

piçkurulan, sefil fareler

gibi sevilen O da (başkalarına) rehnedilmiş olan

HAYATTIR.

Oysa insanın yaşamın öznesi olabilmesi için, haysiyetin şereflilik durumuna karşı konulması gerekir.

Biz, ÖZNESİZ ve EREKSİZ bir süreçte yaşıyoruz.

En kötü insanlık durumunda, zillet içinde bir safra, filisten bir paçavra olarak yaşıyoruz.

Mutfakla tuvalet arasında bir boru işlevi görmekteyiz. Aynı zamanda, marketten aldığımız kendi kişiliğimizin dışkısından da tiksinmekteyiz.

 ' işte bu dışkı tiksinmesini ifade eden

"Bugün kendimi berbat hissediyorum"

cümlesi, ne kadar da samimi

bir itiraf gibi gelir bize oysa.

 

 

Prerequisit’e takılmayın çiçekleri yerinde sevin. Raskolnikov’dan daha karamsar bir tablo  çizdim ama, ben Dostoyoveski’ den daha pesimist tek ( bir sır vereyim belki daha da iyi yazan) Türküm . Hiç yoksa Rualar’ın bir Zosima dedesi vardı. Sizin kiminiz var! Ama, sadece çimenleri ve üstündeki serçeleri düşünüyorsanız , artık sizin bir kişiliğiniz yok demektir. Ama kişilik olmadığından kimlik aranmaktadır.

 

Olsun yinede “şeytana satacak bir şeyi olmadığı için Tanrı’ya sığınanlar” gibi kiyikimado müminler ve altayların bağrından kopup gelmiş necip bir milletin mümtaz ve hamasi evlatları olarak; önce dilimizi Anglosklaştırıp, sonra dinimizi protestanlaştırıp, ekonomiyi dolarize ettikten ;

Canımızızn korunmasını devlete, malımızın korunmasını avukatlara ve sağlığımızın korunmasını doktorlara ( O beni “Türk doktorlarına emanet ediniz” lafının aslı- “beni Türk orospularına emenet edinizdir”. Bunu küçümsemeyiniz. 6. filonun ABD askerleriyle yatmayı reddedip, karaköy genelevinin kapılarını kapayan orospuların anti-emperyalizminin zerresini bile gösterecek milliyetçi tek bir kimse bile kalmadı) emanet ettikten sonra insanlık tarihi adına geriye nemiz kaldı!

 

Halimiz böyle efendim. Kaybolan nedir: Toplumun kendisi. Bu durumda sorun devlet, hükümet, rejim, sistem ..vb olamaz. Sorun ontolojiktir ve “insanın nasıl kendisi olacağı”nı imler. Devletle birey arasındaki sorun şu veya bu biçimde çözülebilir. Buna dikey iktidar denir. Ama toplumun çözüldüğü bir yerde birey-birey çelişkisine dayalı bir yatay iktidar sözkonusu olup, bu çözümsüzdür. Zira toplumsal bir dokunun inşası binlerce yıl alan çok eziyetli süreçtir. Sayısız bağlarla örülmüş organik dayanışma biçimlerine dayanır. (Türkiye’de toplumsal dayanışma öneren en ufak ‘kanaat’ önderleri bile ABD nin baskısıyla, ‘kendisine eded-müddet’ denilen devlet tarafından ABD’ye sürülmesine dikkat! )

 

Eski büyük felsefelerin hepsi Özdeşlik felsefesidir.( Buna Hegel ve Marks da dahil). Şimdi Farklılıklar vurgulanıyor. Bu Heidegger’ci yaşam biçimi 100 yıldır planlandı ve bize hot be hot dayatıldı. Hepimiz ( binlerce farklı çeşit içeren marketlerden seçerken bile) Heidegger’ci yaşıyoruz.

Çünkü Pazar yerleri adi ayaktakımına terk edildi. Prestij kredi kartlarıyla yapılan yüklü market reyonlarında. Oysa Aristo kim, Platon kim, kim Heidegger, ne olacak bizim yevmiyeler diyorsunuz.

 

 

Minhacu’l Fukara, Gülşen-i Raz, İlahi Aşk( Hüsn-ü aşk la karıştırmayın), Füsüs’ul Hikem, Malakat, Divan- Kebir , Tevhidde Tecrit. Bunları bilen var mı?

 

“Ey körpe yavru! Ey taze, yumuşak tenli! Ey sütten yeni kesilmiş! Ey yüzü Haşimi, başı Türk, ey saçı Deylemi, Çenesi gerdanı Rumi!” – Toplusal kardeşliği ifade eden bu dizeler kimin?

 

İşte binlerce yıldır bu toplumu kuran düşünürlerden birini bile tanımıyoruz! Özüne yabancılaşmış, melez , postmodern WASP’larsınız. Yapılacak her şey nafile namazı mı? Sizin ıskatınıza bile durulmaz mı? Microsoft tarafından resetlendiniz de, yeni versiyonunuz advare solucanı mı?

 

 

 

Daha yazmasam mı acaba!

 

5- Dil ile, kültür ile,  ratio ile, cam ve pornorafi ile ve hepsinden önemlisi bio- teknoloji  ile kurulan yeni sömürgecilik ve egemenlik biçimlerini yazmayayım.

Fakat Jeremy Rifkin’in “Bio-teknoloji sömürgeciliği”ni burada anayım.

 

Orada her ulusun, coğrafyanın veya kavmin ayırıcı genleri olduğu , bu genlerin saptanmasının sonucunda sadece organik tohumlarda bir miktar oynama yaparak, domates yiyen herkesin % 50 geri zekalı hale getirilebileceği yazılı. Veya lens satmak için göz bozukluğu da yaratılabilir (yıllık lens pazarı 40 milyar dolardır).

 

Bunun için onbinlerce kan numunesi toplamak gerekir. Adnan Hoca’nın evrim teorisi üzerine CIA  işbirliği ile yaptığı uzun planlama sonucu, hala yaşayan Babuna iliği bahanesi ile toplanan ve CIA labaratuarlarında tutulan kanlarınız ne oldu dersiniz.

Hamasi nutuklarla milliyetçiliği birbirine karıştırıp, zerre kadar yurtseverlik duygusu taşımayan bu adamların kampanyasına Türk Ordusu destek vermişti! Evet ünlem. Memleketin bir karış toprağı için ölümü göze alanların, memleketin evlatlarının geri zeka olmasına, çocuklarının sakat doğmasına katkısı nedir?

 

Mevlana’ya Hallac-ı Mansuru soruyorlar. Diyor ki, O’nu sorma. Ne diyeni ne de soranı yaşatırlar.

Ben de daha fazla bir şey demiyeyim. Okuyanın canı tehlikeye girebilir.

 

Diyeceğim o dur ki, 21. yy’da kendinize, kanınızı satmayacak adam gibi egemenler bulun .

Gerisi Allah’a kalmış! Sabır ve dua ile, sağlıklı kalın hoşça kalın! Bir miktar ruj lekesi alın.