PERDE 1
SAHNE 1
Eşkıya : Uykun hafifmiş ahbap.
Hallac : Şöyle bir
mızganmışım sadece.
Eşkıya
: Neden irkildin ya seyyid,
kendini sicinde mi sandın.
Hallac : (Sakince) Siccine ne gerek, siz varsınız ya, bu dünyada
ziyadesiyle azap.
Eşkıya
: (Adamlarına) Arayın üstünü, her şeyini filte filte
edin, nesi varsa alın.
(Adamları ararlar
Hallacı, urbasının cepleri yoktur, kitapları
yığarlar ortaya, kitaplar
rulalar halindedir. Birinin üst yazısı görülür. Ahmet b Hambel,
Kitab-ül Zühd yazmaktadır).
Urbanda cep bile yoktur, sadece kitaplar var burada. (Göstererek Kitab-ül Zühdü) Ne
yazıyor orada.
Hallac : Ahmet b. Hambel, Kitab-ül Zühd
yazıyor.
Eşkıya :
Demek sen de bir fakirsin. Kefenin sırtında hazır. Oku
bakayım bize bir dem.
Hallac : (Tomarı açar, bir sayfa bulur okur).
Abdullah bin Mesud diyor ki, Resulullah bir gün hasır
üzerine uyumuş ve hasır böğründe iz yapmıştı.
Bunun üzerine kendisine : Ey Allahın Resulü! Müsaade buyurun
altınıza kaba bir şey versek dedik. Dedi ki Dünyadan bana ne ki?
Benimle dünyanın misali, bir yaz günü yolculuk yapıp da, bir
ağacın altında uyuyan, sonrada bırakıp giden kimsenin
misali gibidir.
Eşkıya :
Tamam, tamam. Demek sen de bu dünyadan yüz çevirdin ha! Peki, nerden gelip
nereye gidiyorsun?
Hallac : Nereden gelip nereye
gittiğini.
Eşkıya
: Bilmiyor musun nereden gelip
nereye gittiğini?
Hallac : Bağdattan gelip, Kâbeye
gidiyorum. Peki neredeyiz şimdi biz?
Eşkıya :
Nereden gelip nereye gittiğimizi biliyorsun da, nerede olduğunu
bilmiyorsun. İşte ben onu, bulduğum yeri, nerede olduğumu
biliyorum. Farkımız burada.
Peki kimsin sen?
Hallac : Allahın bir kulu.
Eşkıya
: İsmin ne bre adam?
Hallac : Hüseyin bin Mansur el Hallac.
Eşkıya
: Hah oldu işte.
Alın bunun tüm kitaplarını. (Adamları
tekrar çuvala koyarlar)
Hallac :
Bak ben ömrümde ilk defa yalvarıyorum bir kimseye. Tüm ilmim o
kitapların içinde. Senin işine yaramaz. Geri ver onları bana.
Eğer ilim için olmazsa and olsun ki ölüm için bile yalvarmazdım sana.
Eşkıya : Öyleyse şimdi bütün ilim bende
ahbap. Sen Hüseyin bin Hallac dasdingil kaldın ağaç altında
dünya misali. Şimdi sana bir sorum var. Tanrı nedir Hallac?
Hallac : Var gözüken yoka
karşı, yok gözüken varın bilinmesidir.
Eşkıya : İlmin bendeyken nasıl bileceksin
Onu?
Hallac : Sadece Hikmet-i ilahiyye ilimle bilinmez.
Eşkıya : (Adamlarına)
Şunun başını da vurun o zaman.
Hallac : O akılla hiç bilinmez.
Eşkıya : Öyleyse bilinemez.
Hallac : Bilinir.
Eşkıya : Nasıl bilinir?
Hallac : Sadece kendi kendisiyle bilinir.
Eşkıya
: O zaman bilimi ne yapacaksın?
Hallac : İlmi sırrı tevhidi
gerçeklendirip milletlerin ve mezheplerin kanunlarını iptal
edeceğim.
Eşkıya
: İlim bende, güç bende. Yapılacaksa her ne, ben yaparım
öyleyse. Hadi gidelim
arkadaşlar.
Hallac :
Bilim gücün eline geçerse bu mümkün olmaz. Âlimlerin zalimlere boyun
eğmesiyle, ilmin güce tâbi olmasıyla dünya cehenneme döner. Bilim
güçten bağımsız olmalı. Ver kitaplarımı!
Eşkıya :
Bak bana yalvardın, yalvardığın ilk kimse olduğumu
söyledin. Şimdi ilmine el koyuyorum. Anla ki, ilimin güce tâbi
olmaması için bilim adamının yürekli olması gerek. Cesaret
olmazsa bilim olmaz. Cesaretli olmadıkça bilim adamı, bilim özgür
olmaz.
Hallac :
Âlimlerin eşkıyadan özgürlüğü öğrenmeleri kaderde
varmış demek. Her âlime senin gibi bir eşkıya gerek.
(Eşkıya
toparlanır gider. Hallac üzüntülü kalır öylece)
(Kendi kendine)
Bilim eşkiyanın eline geçti ya iflah olmaz bir daha, ne bilim ne
dünya.
Eşkıya :
(Bağırır) Hiçbir âlim
savunamayacağı bir bilimin yükünün altına girmemeli dostum!
Şimdi seni hafiflettim bu yükten.
Menzile daha da çabuk ulaşasın diye.
İyiliğimi unutma.
Eşkiyayı unutma.
Kitaplarınızda bize yer
varmı, bilmem ama
Hiçbir âlim eşkıyayı unutmamalı.
Hallac : Sen asla adam olmazsın.
Eşkıya
: (Bağırarak) ASLA ÇOK UZUN SÜREDİR dostum.
Hoşça kal !
(Hallac kendi kendine
düşünür. Yaşı 48i geçmiştir. Yıl 908dir bir yaban
arısı vızıldar, kapşonundaki akrep kenarda durur,
etrafta pire otu, zehirli sarmaşık, onendal otu, gransüs, kaktüs,
apacı vardır. Bir kırkayak geçer. Söylenir)
Hallac :
Yaşamın zerre örümceğe, şu karadula, akrebe. Hepsinde
kainatın sırrı gizli. Şu zehirli sarmaşığa
bak, şu onendal, şu kaktüs, şu pire otu. Adını dahi
bilmediğimiz dikenli bitkiler. Hepside zehirli, öldürücü, can
yakıcı.
Yılanın zehiri öldürür, ama veremi de iyi
eder.
İyi kullanılır ise
Akrebin zehiri uru tedavi eder
Karadul zehiri idrar yollarını
Öldürücü olan yaşam kaynağı
Hayatı kurtaran zehir
Çöl basit görünür, en zor anlaşılan
Yokuşun başı, inişin
başlangıcı,
Çokluktan doğan birlik
Var yok ile varit
Dairenin bittiği nokta, başladığı
yer
Herşey çelişik, herşey birbiriyle ilişik
Herşey kendi zıddı ile mündemiç, birleşik
dönüşür bir diğerine.
zehir ilaca
ölüm hayata
son başlangıca.
Sabit kalan bir
şey yoksa
Değişmede yok öyleyse
Ne öğrettiyse bana
Çöl öğretti
Çöl sadelik,
Çöl bilgelik,
Anlıyorum şimdi,
Bağdatın asma bahçelerinde
ballı meyvelerle
ulema taifesi, neden cahil, kafası karışık.
(Ya Allah der, kalkar
yollanır, akrebini alır).
(Sahne kararır)
PERDE 1
SAHNE 2
(Hallac Kâbededir. Kâbenin sadece bir kenarı slaytla veya bir tablo ile görülür. Hallac bir taşın üstünde oturur daima Kâbeye bakar ve dua eder. Durmadan namaz kılar. Sonra uyuyacağı zaman bir taşı kafasının altına koyar öylece uyur. Sürekli güneş altındadır. Derisi iyice esmerleşmiş, kırçıl sakalları uzamış, saçları omuzlarına kadar dökülmektedir. Bir kadın kendisine bir testi su getirir, biraz ekmek, biraz un herlesi, bir tahta kaşık yanına koyar.)
Kadın : Bunlar senin için.
(Hep yemeğin ve
ekmeğin ĵünü alır, kalanını geri uzatır.)
Bunları geri al, bir fakirin karnını doyur.
Kadın : Ama sen bu kadarla
doyamazsın.
Hallac : Bana yeter.
Kadın : Adınız nedir ya seyyid.
Hallac : Hüseyin bin Mansur el Hallac.
Kadın : (Birden şaşırır, bir hürmet ifadesi belirir, Hallac
bu arada bir miktar su içer).
Demek Hallac sensin.
Hallac : Benim, benden sana kendi dilinle
cevap. (Su için) Su gibi aziz ol.
Kadın :
Ya Hallac, burada güneş altında perişan oluyorsun. Uygun
görürsen bizim eve buyur, kocam da, çocuklarım da seni
ağırlamaya hazırız.
Hallac :
(Kâbeyi gösterir). Kendi evindeyim
insanın kendi evi kadar huzurlu bir yer var mı? Davetin için
müteşekkirim.
Kadın : Bir isteğin var mı?
Hallac : Bana bir kalem
kamışı, bir tomar kağıt, bir meşale getirir
misin?
Kadın : Hay hay! (Gider)
(Hallac yeniden namaz
kılar, hava yavaş yavaş kararır, namaz devam eder,
yıldızlar parlar, yıldızların
parlaklığı varken tanyeri ağarır).
Hallac : (Doğrulur)
Rabbim yıldızlar parlıyor.
İnsanların gözleri kapalı. Halk yokluk, yoksulluk çekiyor,
sultanların kapıları kapalı. Her aşk sevgiyle beraber,
odalar kapalı. Ben seninle yalnızım, her yanım deryaya
açık. (Sonra taşı
başının altına koyar uykuya dalar. Uykusunda Tanrı ile
şeytanı konuşurken görür).
Allah : Ne oldu sana! En bilgili
meleğimdin, cehaletin artmış görüyorum.
Şeytan :
Merak ettim, kullarının yazdıklarını okuyordum
günlerdir. Belki ondandır.
Fakihleri, mütekellimleri, mühaddisleri, felsefecileri, âlimleri, hakimleri.
Elden geçirdim ne varsa, ilimleri çok güzel, fıkıhları çok iyi,
kelamları has ama hepsi mermer sütunlar üzerinde yazılmış
çatık kaşlı harfler gibi.
Allah
: Onlar akıl gözünün gönül cevheriyle görmeyi unuttular. Bereket halk
cahil, cehalet ehildir kadife harflerle insanların yüreğine
yazılmadan, fermanla ilan edilen yasalardan.
Şeytan :
Anladım ki yazı, kitap, akıl, bilim insanları
aptallaştırmak için kullanılmaktadır. Önce
aptallaştırmakta, sonra aptallar için yazılmaktadır. Ben
okudukça aptallaştıktan beri, sen düşün ötesini.
Allah :
Ben onlara emrimi bir defa gönderdim, irademi ise bir defa bile
bildirmeyeceğim.
Şeytan :
Yalnız, biri var, onun tüm kitaplarını aldırdım
elinden. Yoksa emrin silinecek yeryüzünden. Sırrın hiç bilinmeyecek.
(Hallac
uyanır, gün iyice ışımıştır. Yine aynı
kadın gelir. Elinde Hallacın istedikleri vardır).
Kadın : Sana içecek süt, yumurta, ekmek
getirdim ya Hallac.
Hallac : Şöyle bırak, minnettar
kalacağım sana.
Kadın :
Kocamın çokca selamı var olduğun süre burada,
paylaşacağınız seninle. Ne olur bir gün gel konuş
bizimle. Bilginden irfanından mahrum etme bizi.
Hallac : Konuşan diller susan kaplerin
helakıdır. Öyleyse demeli ki insana, sus
konuşma, konuşacaklarının
hepsi dinlenilmiştir.
Kadın : (Başlar ağlamaya) Biz nasıl bileceğiz
gerçekleri, kimden öğreneceğiz.
Hallac : (Bunun üzerine rüyasını anlatır).
Kadın : Ya Hallac! Söyle bana, bu
sır nedir. Kaybolacağından korkulur.
Hallac : Siz
anladığınız gün, beni öldürürler.
(Kadın
gider, Hallac eline kalemi alır ve yazar).
Sırrımız gerçektir, Haktır ve Hakkın hakkıdır. Gerçeğin gerçeğidir. Zahirdir. Zahrin batınıdır ve batının batınıdır. Sırdır bu ve örtülü kalan bir şeyin sırrıdır. Bir sırdan müstağni olan sırdır. O kaybolmayan ve kaybolmayacak olandır.
(Işıklar
kararır).
PERDE 1
SAHNE 3
( 2 ay sonradır,
yine aynı kadın gelir. Bu defa biraz tarhana, ekmek ayran getirir).
Kadın :
Basra Vasıt, Ahvaz ve Ubullada yine isyan çıkmış
öldürülenlerin sayısı onbinlerce imiş. Köleler, çiftlik
sahiplerine karşı ayaklanmışlar. Halifenin muhafız
birlikleri bastırmış. O kadar çok ölü varmış ki her
iki taraftan, sadece kafaları alıkonmuş, cesetler suya verilmiş.
Mekkeden yüzlerce insan kendi çocuklarının
hiç yoksa kanlı başını almak için yola çıktı
bile.
Kölelerin ise başları ibret-i alem olsun diye
sergilenmekteymiş esnaf çarşısında.
Hallac :
Yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğunda kopacak kıyamet.
Oysa bu fitne, şer, zulüm, felaket kopmuş kıyamet.
Neden çıkmış acaba isyan.
Kadın :
Bilmiyorum vallahi. Diyorlar ki, kuraklık kavurdu ürünleri. Çiftlik
sahipleri aldıkları ödüncü ödeyememişler. Faizler zaten
katlamalı.
Hallac : (Bilerek kadını konuşturmak ister).
Faiz yasak değil ki!
Kadın :
Eskiden haramdı, günahtı. Şimdi yasak. Yasağı
aşmak günahtan kolay. Mekkede en zenginler, faizciler değilde güya
kar ortakları. Adam veriyor sıkışmış subuncuya
bilmem ne kadar dinar. Sonra diyor ki, sen kazanırsan bundan şu
kadar. Yarısı senin yarısı benim. Akit, şahit tamam.
Sabuncu zarar eder yıl sonunda veya tüccarın kervanını
eşkıya soyar, yahut madeni su basar, ürünü mine vurur. Ama
alınır her şartta ortaklık payı.
Hallac :
Yasaklar, haramdan daha kuvvetli bir duygudur. Tıpkı yalanın
gerçekten, yasanın laktan daha kuvvetli bir duygu olması gibi.
Fıkhı yasalar, haramı yasaklarla
aştılar. İçtihatlar bu yolda adaleti dalaletle takas etti.
Kadın :
Demem o ki, ya Hallac adın önemi kalmadı. Oysa ibriğin
adını armut koyarak yiyebilir misin?
Hallac :
Ben anlatayım sana devamını, neden çıktı isyan. Maden
ve çiftlik sahipleri ödeyemeyince borçlarını, genç köle kadın,
erkek ve kızları verdiler karşılığında.
Zaten zor beslemek kıtlık zamanı. Analar babalar
ayrılamadı çocuklarından. Böğründen koparılan goncaya
dayanırmı yürek ; öyleyse borcu ölerek ödemek gerek. Bu bir
kıyamet. Ben desem ki şimdi, buna karşı KIYAMET kopar
kıyamet.
Kadın :
Aynen öyle olmuş. Arife tarif ne gerek. Yapayalnız tek
başına, habersiz bilmektesin
sebebi. Anlamaktasın görmektesin.
Hallac : İşte sır nedir
diye sormuştun ya.
O, işitmeden duymak, bakmadan görmek,
habersiz bilmek sebebi gitmekte olanı
ve geleni.
Anlamak yaşamadan. Sır bu, söylemek
sakıncalı.
Ne demeli.
Kanla gözyaşıyla, baskıyla ve zulümle,
zorla ve kılıçla, ateşle ve barutla,
silahla ve sürgünle
ve tehcirle ve katliamla ve tenkil yazılan bir
tarih olmamalı bizimkisi.
Siyaset bulanmış din gibisi,
Rejimle bulaşan her din siyasetin kanlı
tarihin malzemesi.
Hepsinden ari, hepsinden müsağni bir manevi
irşat tarihi olmalı.
Bulunduğun noktadan başlayıp, kendi
derinliklerine inen
Genişleyen daire tarihi değil, onun içindeki
noktadan dikeye
inen bir tarih olmalı.
Kadın : Nasıl olacak bu Hallac !
Hallac : Bir taşı at denize
vurduğu yer nokta.
Ama dairevi halkaları yayılır
yayılır. Basradan
Endülüse Mekkeden Taşkente Sonra kaybolur
dalgalar denizde.
Taş noktadan iner derine. Döner kendi serüvenine.
İşte bu alem çemberin içinde
İnsan da öyle bulunduğu noktadan inmeli
derinlere
Ben derim ki size, geleceğiniz
ayaklarınızın altındadır.
Eğer geçmişiniz önünüzdeyse.
Bak Ebu Talip oğlu Ali diyor ki, Kuran
Fatihadan
Fatiha Fadan ibarettir, ben ise onun yanındaki
noktayım
Bu noktanın anlamı ne?
Bulaşmamak için siyasetin çirkef, kanlı
tarihine, Ümmet
dönmeli bir
noktadan dikey giden manevi irşad tarihine.
Tarihin kaderi coğrafyada inilen derinliğe
bağlı.
Ağacın kökleri ne kadar beslenirse topraktan
Tarih o kadar zaman alır coğrafyadan
Değilse ümmetin tarihi katillerin
adının altına yazılacak
Kadın : Sen iki aydır hiç
ayrılmıyorsun bulunduğun noktadan
Bu noktadan görüyorsun güneşi, ayı, Kâbeyi,
Mekkeyi
Yıldızlar ve alemi. Vallahi geçen ay ondan
fazla derviş
bu nokta sözünün anlamını üç gün boyunca
tartıştı çözemedi.
Ben bir çırpıda anladım.
Hallac : (Konuşmada akşam olmuştur, yıldızlar
görülmüştür eliyle gösterir).
Söz ne ki, anlamak için hayata bakmalı.
Bak şu batıda başak
yıldızı parlar, biraz bu tarafta
çoban, kuzeye
bak kutup yıldızı, tam tepemizde Herkül,
güneyde yay, oğlak, balık üçgen, şu
gördüğün zühre yıldızı.
Ama ben şu kum tanesi var ya oradan seyrederim alemi,
oradan seyrederken alem beni.
Kadın :
Ben geç kaldım. (Birden kalkarken
eliyle testiyi kırar su dökülür. Kırıkları birer birer
atmaya başlar. Hallac'n etrafını temiz tutmak için. Bir yandan söylenir). Yarın yeni
bir testi getireyim.
Hallac : Atma onları, iyi davran
Hor görme şu testiyi
Belki bir gün ölüpte
toprak olup
testi olarak
geleceğim önüne.
Her nesnenin kendi muazzam bir hayat macerası
inanılmaz bir serüveni var.
Şu kum tanesinin kaç milyon yıllık
serüveni var, yine kendinde biter.
En kısa serüven insanın ki...
(Çıkarır
bir demet kağıt)
Bak burada nokta tasini ile ilgili bir bölüm var.
Okursunuz.
Kadın :
(Alır tomarı,
ayrılır, sahneden çıkarken bir köşede başlar okumaya,
birden döner seyirciye kadar gelir, Hallac sahnenin derin etrafında
kalmıştır. Sesli okur).
Ey insanoğlu, sen insanoğlunun
insanoğluna yolculuğusun. Her şey sende başlar, sende
biter.
En kısa serüven seninki
Bu yüzden insanoğlunun insanlardan korunması
lazım ki....
(Birinci
yılın sonudur. Hallacın ziyaretçileri artmıştır.
O arada Hac mevsimi yaşanmıştır. Hallac hala orada,
bulunduğu noktadadır. Ünü iyice artmıştır.
Yağmurlu bir havadır).
(İki adam
girer).
1.
Adam :
(Hürmetle Hallacı selamlar).
Esselamun aleyküm ya Hallac.
Hallac : Aleykümselam.
1. Adam :
Ya Hallac dünkü esen kum fırtınası derini parçalamış,
arkasından yağan yağmurda da ıslanmışsın
iyice. Kabul buyur sana bir çadır getirdim.
Hallac :
İstemem, ben rahatım burada. Bir gün insanlar toprağın
kokusunu almak, avuçlarıyla derelerden su içmek, bir yudum gölgeyi bulmak,
esen rüzgârları doyasıya kucaklamak ve ciğerlerine çekmek,
güneşi ve yıldızları görmek için çok
uğraşacaklar. Henüz vakit varken topraktan, güneşten, rüzgârdan
ve sudan almalıyım nasibimi. Güneş
ışınlarını doğrudan almalıyım;
seyredemem onları.
Aracıyla yansıyan ışık, tevhidin
velayet irfanıyla yansıdığı tariktir. Kör eder
gözlerimi gölge. Oysa ışığa bakmak dehşetli
müşkülat.
2. Adam : Sana bir urba getirdim. Çok
hırpalanmış, böyle korunamazsın.
Hallac : Sağ ol dostum, hiçbir
şey istemem.
2 Adam : Neden hep aynı urbayı
giyiyorsun ?
Hallac :
Kendimi sürekli kılmak için. Süreklilik ve güvenlik duygusu verir insana
kalıcı şeyler.
1. Adam : Burada böyle çile çekmene hiç içim
elvermiyor.
Hallac : Tüm çileler Ondan gelir
Oysa mutluluk Onun kendisidir.
Acılar Ondan, oysa
Sevinç Onun kendisidir.
Cefa Ondan gelir, oysa
O aşkın kendisidir.
Tüm belalar Ondan gelir;
Oysa, O iyiliğin kendisidir.
Ne ondan gelir, Onda kalmaz. Aşık olmasaydı
dostum çile, acı, Cefa, bela maşukta kalırdı. Kim ister
bunu, kim ister. Büyütmek için sevgimizi, yüceltmeki için mutluluğu
Ondan almalıyız bu yükü. Severek, sevinerek, yürekten.
2. Adam :
Bir yıldır görüyoruz ki, gece gündüz ibadet ediyorsun. Dua ediyorsun.
Oysa biz de ibadet ediyoruz. Fakat bunun sınırı konulmuş,
sayısı belli. Nedeni nedir ya
Hallac !
Hallac : Sadece nefret ve ihanet
duygularımı yenmek için
Nefretimi gidermek için
Nefretimi alt etmek için
Nefret ve ihanet imanın özkardeşi
Kardeşimi terketmek ve korumak için
1. Adam : Nasıl yani?
Hallac : Habil ve Kabil öz kardeşti.
İki de öz kızkardeşleri.
Yaratılışta ihanet ve nefret var
Kabil öldürüp kardeşini
Elinden almamışmıydı
Güzel kızkardeşini
Eğer insanoğlu öldürmezse içindeki
Nefreti ve ihaneti yani kardeşini
Koruyamaz öz kardeşini
Tevarüs eden, sirayet eden
Miras bu
Ben bu nedenle durmadan dua ediyorum
Kardeşimi, yani insanları korumak için
2. Adam : Ya Hallac,
ziyaretimin esas sebebi. Valinin adamları vaaz verdiler. Senin ihanet eden
bir hain olduğunu söylediler. Fakat o kadar artmış ki sana
sevgisi halkın. Göze alamadılar. Değilse atlarıyla
sürüyeceklerdi seni sokaklarda.
Hallac :
Dedim ya. Nefret yönetiyor bizi. Hakim olan ihanet. Hainler belki ileriyi gören
daim. Nefretten kopan her daim hain. İnsanların bir tirana, otoriteye
tâbi olmasının nedeni, bir başkasına duyulan nefret. Nefret
birleştirici güç, temeli iktidarın, üst üste duran her
taşın Bağdatta.
Neden engellediler zabitleri, ne birleştirecek
şimdi köleleri. Benim duam bunun içindir, silmek içimdeki nefreti.
Saygı duyabilmek için celladıma
Hep dua edeceğim Tanrıya
Bugünün siyaseti örgütlemek nefreti,
Kabiliyeti, mahareti.
Oysa örgütlemek lazım irfanı, marifeti
Tanrım duy sesimi
Kulak ver bana
İşit yakarışımı
Yok et benliğimi
Dindir nefretimi
Yok et beni
Yok et nefsimi
Fena et beni
Tanrım koru kendini
Yoksa Habil ile Kabilinki gibi
İnsanoğlu öldürecek öz kardeşini
O zaman derim ki
Korumazsan kendini zira
Yeryüzündeki krallığın
Çıkar iraden dışına
Geçer nefretin eline
(1.
ve
2. adam, birbirlerine bakarlar,
işaretle biri diğerine gidelim der. Hallac mıştır,
farketmez onları. Adamlar kendi aralarında).
1. Adam :
Bu adamın sonu ölüm. Allahla inatla tahammüm yarışına
giriyor. Allah ona tahammül edemeyeceği bir bela mutlaka verecektir.
2. Adam : Kimin sonu kalım.
1. Adam : Yahu biz şu hırka
meselesini de soracaktık, unuttuk.
2. Adam : Dönelim. (Dönerler).
1. Adam : Ya Hallac, sana son bir soru sorsak,
cevaplar mısın?
Hallac : Her sorunun cevabı kendi
içinde yarı yarıya zaten.
Soruluş biçimi cevabı koşullandırır.
Keşke sohbet arasında söyleseydiniz.
Sor bakalım yine de.
1. Adam :
Amr. b. Osman el Mekkiden
aldığın Sufilerin piri Cüneyd-i Bağdadinin uygun
gördüğü hırkayı neden çıkardın da bir urba giydin?
Merakımı bağışla.
Hallac :
Sizin çadırınızı neden reddettiysem onun için. Şimdi
HIRKAYI GİYENLER TACDA GİYİYORLAR.
PERDE
: 1
SAHNE : 4
(Hallac Kâbede ikinci
yılını doldurmuştur. İki defa hacılar gelip
gitmiştir. Nokta tasini ile ilgili bilgiler Hindistana kadar
yayılmıştır. Tevhid tasini de öyle. Onu görmeye gelenlerin
sayısı artar. Bu nedenle ikinci yıl hacı sayısı
artmıştır.
Eşkıya da fazla kazanır. Hallacın orada uzun süre bulunuşu bir takım huzursuzluklar yaratmıştır. Dedikodular yayılır. Adı büyücüye çıkar. Zehirli otlar, yılan akrep vb ile insanları tedavi ettiği için şifayı sihir sanmaktadırlar. Eşkıya gelir, Hallacı ziyaret eder. Kitaplarını geri verir. Aralarında ilginç konuşmalar geçer).
Eşkıya : Hah, işte buldum seni.
Hallac : Buyur, otur dostum.
Eşkıya : (Çöker) Sana şükranlarımı sunmaya geldim.
Hallac : Neden demiyeceğim.
Eşkıya : (Bir miktar para çıkarır Hallacın önüne atar.) Şu hisseni al ahbap. Senin burada olduğun duyulmuş, bu yüzden bu yıl Hacca gelenlerin sayısı ikiye katladı neredeyse. Tabii soygun da bol oldu, berekette. Sayende kazancımızın rahmeti de bol oldu. Bunlar senin hissen. Sen hep kal burada, ne istersen iste benden.
Hallac : Çabuk, toparla onları. Hırsızlık, soygun malı onlar.
Eşkıya : Alın teri hepsi
Anamın ak sütü gibi helâl.
Hırsızlardan hırsızlık mübah,
sen gel bunlar al
çünkü, bir nevi ihkak-ı hak bizimkisi,
Çalınanların belki yüzde birisi.
Hallac : Bak dostum, beni zor durumda bırakma.
Ağır cezalarla yargılanırsın burada.
Eşkıya : Ya Hallac, biz biliyoruz ki, Hz Muhammed dünyayı yargılamaya değil, kurtarmaya gelmişti. Yargılama neyin nesi.
Hallac : Sus, konuşma. (Kendi kendine) Kayıt etmeliyim bunu. Şimdi bir daha söyle.
Eşkıya : Muhammed dünyayı yargılamak için değil, kurtarmak için gelmişti.
(yazar) Tüm peygamberler öyle.
(Bu arada Hallaca sürekli yemek taşıyan kadın çıkagelir, telaşlıdır)
Kadın : Ya Hallac, senin elindeki meşale ile giderken Kâbeyi tutuşturacağın dedikodusu yayıldı. Senin kan-ı katlinin helâl olduğunu söyleyerek Mekke halkını kışkırtıyorlar. Fitne kol geziyor sokaklarda, hayatın tehlikede.
Hallac : (Sessizce bakar kadına) Ben gidiyorum zaten bu akşam. Hep yanımda duran şu testi ile meşaleye gelince bilmez mi ki onlar,
Rabia el Kaysiyenin nişanesidir bunlar.
Neden taşıdığını, neden bilmez ki onlar.
Kadın : Ben de bilmiyorum
Hallac : Sorurlar Rabiaya neden bir elinde meşale, diğerinde su testisi geziyorsun
sokaklarda, ne mânâsı var bunun? O cevap verdi :
Su ile cehennemi söndürüp, meşale ile cenneti tutuşturacağım. Böylece iki perde kalkacak. Hakkı sevgiyle ve aşkla ananlar ancak, cennete ateşte razı olanlardır. İkiyüzlülüğe son vereceğim.
Kâbeyi tutuşturmaya gelince, bi şey diyemem ama,
Burada yanan meşalenin her kıvılcımı
Belhden Granadaya tutuşturmaktadır cevheri
ezilenlerin yüreğindeki
kölelerin yanan ateşi
Yanan yüreklerin alevleri,
sarar mermer sarayları
ve haliyle, ve tabiatiyle,
alınterini soyan
korkar
at hırsızları (Alınteri hırsızları)
Has bahçeli sarayları
Saran yangın,
Yanan yüreklerin alevidir.
ve aslında yanan,
onların alın teridir.
Kadın : Korkuyorum, öldürecekler seni. Ayrıl buradan bir an evvel. Ya Hallac.
Hallac : Ayrılık yok dostla ruh arasında.
Eşkıya : Yine geldin sözüme, Hüseyin İbn. Mansur. Korkma hatun, adamlarım fitneyi çıkaranların bir kaçını hakladı dün gece.
Kadın : Sizi de arıyor muhafızlar.
Eşkıya : Ararlarsa bulurlar. Bulurlarsa yine beni ararlar. Ben yitik bir yosma mücevher değilim ki arasınlar. Bulsalar bile beni daha çook ararlar. Ben kayıp değilim, sadece bulunduğum yer bilinmemektedir o kadar.
Ben de gidiyorum zaten
Gidiyorum gelmem demem,
Gidersem bir daha gelmem,
elveda.
(Eşkıya çıkar, kadın çıkarken)
Kadın : Hoşça kal ya Mansur.
Hallac : Kal sağlıcakla.
(Sahne kararır, çıkarlar).